27 Nisan 2014 Pazar

Film İnceleme: 20,000 Days On Earth

9.6/10
"Nasıl bu kadar sikici şarkı sözü yazdığımı bilmek ister misiniz?" diye soruyor izleyiciye Nick Cave, filmin başlarında: "Birbiriyle çok alakasız görünen iki güçlü imgeyi çarpıştırıyorum ve neler olacağına bakıyorum. Sözgelimi, küçük bir çocuk ile Moğol bir savaşçıyı.."
Nick Cave gibi bir dehanın zihnine yolculuk etmek gerçekten büyük bir şeref. Doksan dakikanın tamamı fazlasıyla filozofik, deneysel, sofistike, komik, hüzünlü, nostaljik ve mistik bir şekilde akıyor. Buram buram Bad Seeds kokuyor, hem Cave'in hayranlarını, hem müzik delilerini, hem de düşünmeyi sevenleri fazlasıyla tatmin ediyor. Bir Bad Seeds şarkısının filme uyarlanmış hali gibi adeta..
Yeraltı müziğinin gelecek vaat eden bir entelektüeli olarak 30 küsur sene önce ilk grubunu kuran, alternatif müzik ve post-punk'ın taçsız kralı artık ömrünün 50 yılını arkasında bıraktı ve söyleyeceği çok şey var. Lakin kendisi kameralardan çekiniyor. O halde neden kendisini merkeze alan bir film çekilmesine onay vermiş olabilir? Belki de ortaya sahiden harika bir müzik filmi çıkacağına inandığı için: "Ortalıkta çok müzik belgeseli var. Bunların bazılarına baktık ve nasıl bir şey yapmamamız gerektiğini anladık. Ian (Forsyth) ve Jane (Pollard) işe farklı bir açıdan yaklaştıklarını açıkça belli eden bir kavramsal çerçeveyle geldiler. Her şeyi onların ellerine bırakıp neler olacağını görmeye karar verdim. Storyboard’ları daha en başından bile gayet belirgindi ve bu sayede ben de rahatlamış oldum."
20,000 Days on Earth, özünde bir müzik belgeseli olabilir ama içerik olarak bundan çok daha fazlası. Geçmişle bugün arasında köprü kuran yarı gerçek, yarı kurgu sürrealist bir günce. Filmin adının hikayesini merak ediyorsanız: Yönetmenler NC & TBS'in 15. stüdyo albümü Push The Sky Away'in kaydına başlanan günün, Nick Cave'in bu dünyada geçirdiği yirmi bininci gün olduğunu fark etmiş. İşte bu yüzden albümün kaydından alınan görüntüler filmin içine dağıtılmış bir şekilde mevcut. Bu görüntüler, henüz prova edilmekte olan bir Higgs Boson Blues ile albümden çıkarılan kayıt Animal X'in demosunu dinlememize de olanak sağlıyor mesela.. Bu sahneler filmin tuzu biberi ama temel Nick'in iç dünyası ve felsefesi üzerine inşa edilmiş. Yarı kurgu, yarı gerçek: Kurgu olan sahneler bir bakıma gerçek gibi; gerçek sahneler ise kurgu gibi. Neyin gerçek neyin kurgu olduğunu ayırt edebiliyorsunuz - çoğunlukla. Bazı küçük anlar da var ki kurgu olamaz ama biraz sürrealist oldukları da kesin; örneğin Nick'in eşi Susie ile çocuklarını gördüğümüz iki farklı sahneye dikkat edin.. 
Nick'in ailesi ve dostlarıyla paylaştığı sahneler gerçekten çok değerli. Eski Bad Seeds üyesi, Einstürzende Neubauten'ın lideri müthiş Alman Blixa Bargeld; Bad Seeds'in eski düet yoldaşı efsanevi güzel Kylie Minogue; oyuncu Ray Winstone; hayranlar.. Ama filmde kendine en iyi ve en geniş yeri ayırtan kişi Warren Ellis. Nick'in eski dostu, grubun viyolincisi, gitarcısı, flütçüsü olan ve Nick'le tam bir müzisyen ikili oluşturan, tuhaf sakalı ve şaşırtıcı derecede ince sesiyle bu çok işlevli adam, gerçekte olduğu gibi burada da önemli bir role sahip. Onun bulunduğu sahneler ile ilgili "sakız" anahtar kelimesini veriyorum size. İzleyin anlarsınız..
Şunu da belirtmek isterim ki bu filmi İstanbul Film Festivali'nde izlemek için gün saymış biri olarak nihayet bugünden tam bir hafta önce kocaman bir salonda izleyebildiğimde benim kadar hevesli yüzlerce insan görmek beni çok duygulandırdı. Hele hele bulunmaları pek kolay olmasa da sayıca bu kadar çok Bad Seeds hayranının var olduğu gerçeği.. Varız la biz! Bunca insanın bir araya gelip bu anı paylaşması kutsal bir an değil de nedir? Din mevzularına inancım olduğu için söylemiyorum, bu olayı din mevzularından çok daha kutsal bulduğum için söylüyorum. Adamımızın filmde de belirttiği gibi: "Tanrı mevzusuna gelince, orası çok ilginç; zira yazdığım çoğu şarkının sözünde öyle bir varlık var. Gerçek hayatta böyle şeylere inanmam; ama yarattığım bu gerçeklikte var." Çünkü yaşam var, çünkü insanlar var. Çünkü düşünebiliyor ve felsefe yapabiliyoruz. Yıkıcı bir hayalperestliğe sahibiz.. Çünkü kurduğumuz hayaller, bu hayalleri bize kurdurtan yaşam, sahip olduğumuz en büyük güzellik. Bunları bize hatırlattığın için çok teşekkürler Nick! Sağlıcakla kal!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder